Günlerden bir gün pek sevdiğim arkadaşım Miray beni kolumdan tutup ne olduğunu hiç bilmediğim bir kampa götürdü. Bu belirsizlik çok hoşuma gitmişti. Bence biraz merak herkese iyi gelir…
Kamptaki ilk dakikalarımda kendimi bir çemberin içinde buldum. Kampla ilgili diğer detayları özellikle anlatmayacağım, merak ederseniz yazabilirsiniz 🙂
İnsanların bu çemberde bir araya gelmesindeki amaç güzelliklerikonuşmaktı. İlk defa birbirini gören yüzler birbirleri ile karşılaştıkları o ilk anda hissettirdiklerini paylaşıyorlardı.
Etrafta mutlu olmam için o kadar çok sebep vardı ki: gökyüzünde dolunay, yanıbaşımda sıcacık bir ateş ve sadece olumlu hislerini anlatan insanlar… Bir de hiç tanımadığım o insanlardan duyduğum sözler!
Kamp bitti, günler günleri kovaladı. Bu çemberin etkisi ile aklıma bir soru takılmıştı. ‘’Olumlu hislerimizi neden sadece yeni tanıştığımız insanlarla paylaşalım ki?’’ Her gün aynı evi paylaştığımız insan, sevgilimiz, ailemiz… En çok da onlara anlatmamız gerekmiyor mu aslında? Onların sayesinde hissettiklerimizi kendimize saklamak biraz bencilce değil mi? 🙂
Elbette ki bazı şeyler söylenmeden de kıymetlidir, kelimeler olmadan da anlaşılır. Ama siz onların etkisini bir de dile geldiklerinde görün 🙂
İnsanların ve toplumların olumsuzluklara bu kadar maruz kalmasına, bunlardan besleniyor olmasına zaten bir itirazım var!
Bu durumun tatsızlığına inat aklımdaki düşüncelerle hemen harekete geçtim!
Her şeyi oyunlaştırmayı pek severim 🙂 Çocuk olmayı, çocuklar kadar mutlu olmayı unuttuğumuz için olsa gerek… Her gün kullandığımız dijital uygulamaların bile bu zaafımızdan istifade ettiğini düşününce ben neden oyunun avantajlarını kullanmayayım ki?
Şu kargaşadan sizi sıyırıp bir özetleyeyim:
Bence insanların olumlu söylemin gücünü keşfetmeye ihtiyacı var!
‘’Ben toplantıdayken, hiç beklemediğim bir anda masama bıraktığın çay beni çok mutlu etti. İçimden geçeni hissettiğini bilmek anımı güzelleştirdi.’’
Bu artık sıradan bir itiraf değildi. Bu bir pozitif itiraftı. Oyunumuzun adı da artık pozitif itiraf oluvermişti 🙂
O günden sonra sevgilimden belki de duymayacağım, günlük koşuşturmalarımızın arasında kendine yer bulamayacak, sadece bir an düşünülüp geçecek o kadar fazla şey duydum ki.
Sabırlı olmamı çok seviyormuş mesela. Saçlarımın beyazlarını ve kıvırcık olmasını da. Ben ‘’Hadi!’’ demesem her gün yürüyüşe çıkacak enerjisi olmazmış. Beraber çalışırken beni eleştirmekten hiç çekinmiyormuş, bu durum da onu çok mutlu ediyormuş. Ayrı şehirlerdeyken en çok ona bıraktığım notları görünce mutlu oluyormuş.
Bir de ‘’Sana bir pozitif itirafım var!’’ dediğinde meraklanmamdan, heyecanlanmamdan çok keyif alıyormuş. İşte oyunumun işe yaradığının kanıtı!!!
Bunları bilmediğimden değil ama duymayı çok sevdiğimden yazıyorum bu yazıyı. Duymak daha çok bağlıyor insanı, olumlu düşüncelerin akıp gitmesine engel oluyor. Çoğaltıyor da… Sadece söylemediklerinizi söyletmiyor aynı zamanda düşünmediklerinizi de düşündürüyor. Gün içinde daha çok güldürüyor. İnanır mısınız, yok yerden kahkahalar bile attırıyor 🙂 Pozitif itirafları sadece karşımızdakilere yapmıyoruz aslında. İlk adım bizimle başlıyor, yani itirafı ilk kendimiz duyuyoruz ve hissediyoruz.
En güzeli de bir süre sonra alışkanlık haline geliyor. Artık bunu plansız, uzaktayken veya yakındayken, zamandan ve mekandan bağımsız yapıveriyoruz. Bir bakmışız, mutluluğumuzu bir anda paylaşmışız ve çoğaltmışız 🙂
Mutluluğumuzla beraber sevgimiz de çoğaldı bizim. Umarım bu minik pozitif itiraflarımız sizinkilere de yol olur. ‘’Zaten anlamıştır ne hissettiğimi.’’ deyip devam etmeyin. Konuşmaya üşenmeyin. Durun ve yanınızdaki insanların kulağına pozitif itiraflar fısıldayın. İnanın değişimi fark edeceksiniz. Sonra da gelin bize bunu itiraf edin 🙂
Aylarca evde vakit geçirmek zorunda kaldığımız dönemlerin sonuna geldiğimde… Bir şeyleri değiştirmek istediğimi anladım… 1 Ağustos 2020 tarihinde arabama yastığım da dahil her şeyi alıp, güneye doğru sürme kararı aldım…
Yolda olma duygusunu oldum olası çok severim. Her saniyesi bana inanılmaz iyi gelir.
Aylar sonra, zorundalıktan değil de, kendi isteğimle, yalnız başıma yola çıkmak beni tekrar kendime getirdi. Kıvrılan dağ yollarını aşmak, son ses müziğimi dinlemek, acele etmeden.. sadece tadını çıkartarak. Sanki gözümü bile kırpmak istemezcesine yolda olmak…
5-6 saatlik yolculuk sonucunda ilk durak Didim.. Sonra Kuşadası…
Hemen arkasından Şirince’deyim.
Şirince’nin ruhu bana çok iyi gelecekti sanki, hissediyordum… Gelir gelmez kendimi içinde bulduğum tanışma ortamı da bu hissiyatımın ne kadar doğru olduğunu kanıtlar gibiydi. Böylece, Dünyamızı görme biçimleri birbirinden güzel olan gençlerle, bi o kadar daha güzel, derin ve düşündüren sohbetler başladı…
Neler mi yaşandı?…
Yeşil sevenlerin vazgeçemeyeceği bir çalışma ortamındaydım…
Hayata çok farklı pencereden bakan insanlarla sohbet ettim…
Yaşadığım yeri okudum…
İnsanların gözlerinin içine bakarak yazdım…
Harika hayaller, hikayeler, dans eden vücutları okudum…
Her gün yeşil ve maviyi dinledim…
Güzel insanların fotoğraflarını çektim…
ve sonra
Gün batımında dans ettim!
Bazı anlar vardır, ölümsüzleşsin istersin.. Hiç unutmamak.. Eğer kanunuysa bu doğanın, eskiyecekse illa, hiç zedelenmeden, hep senin tattığın, hoşuna giden şekliyle kalsın istersin.
Hayatın dertleriyle yıpranıp sertleşmesin, her zaman bir hayal ürünü gibi saçma denilecek kadar romantik ve canlı kalsın… Ve dans etmeye başlarsın sonra..
O ana kadar belki de farkına bile varmadığın, dikkate almadığın bütün gün batımları adına özür dilemeye çalışırcasına…
Sanki yarattığın hareketler ve vücudundan yayılan ısı, kaybettiğin tüm zamanları telafi etmen adına sana yardımcı olmak isterlermiş gibi dans edersin.
Böyle bi anda yapman gereken tek şey, belki de günlük hayatımızda pek yapmadığımız şeyi yapmak aslında, teslim olmak. Dinlemek, dokunmak, hissetmek, izlemek, kabul etmek, dans etmek…
Teşekkür etmek…
İyi seyirler…
Kontes ile Turgittin
Dolu dolu geçen haftaların sonunda bu dans bana çok çok iyi geldi…
Sonra Kontes ile oturup, uzun uzun sohbet ettik…. Konuştuklarımız bize kalsın! 😉
Arkadaşımla birlikte 2019 Kasım ayının hoş bir akşamında Beşiktaş’tan Kuruçeşme’ye doğru yürüyorduk… Uzun bir sohbetten sonra konu bir anda fotoğrafa geldi. Yıllardır amatör fotoğrafçılıkla uğraştığımdan, fotoğrafın bir aşamadan sonra benim için “bakmak” değil “görmek” olduğunu anlattım ona…
Fotoğrafları merak etti ve ne tesadüf… O anda daha önceden bastırmış olduğum İtalya gezisinindeki fotoğraflarım yanımdaydı ve birlikte onlara baktık. Daha sonra ona fotoğraf sergisi açma hayalimden bahsettim… Bir kez daha şaşırdı.
İkimizde fotoğraflar yanımızda “neden bu hayali şimdi gerçekleştirmiyoruz?” dedik…
Birbirimize bakıp, nasıl ve nerede yapabiliriz ki? diye sorduk.
Yürümeye devam ettik…
O an karşımıza çıkan Şifa Yurdu durağına fotoğraf sergisi açma kararı verdik!
Ama ufak bir sorunumuz vardı, fotoğrafları nasıl asacağımızı bilmiyorduk.
Kafayı bi kaldırdık, Opet’in içindeki market bize merhaba dedi. Hemen gittik, tam hiç bir şey bulamadık ne yapacağız derken, yarabandı aklımıza geldi. 2-3 kutu alıp koşa koşa durağa geri döndük…
Her şey hazırdı. İnanılmaz heyecanlıydık. Yanımızdaki bez çantamdan kalemi çıkardık ve fotoğrafların arkasına “Bu fotoğrafı aldıysan, bakmayı değil, görmeyi biliyorsun” notunu yazdık.
Sonra yarabandı ile fotoğrafları tek tek durağın camına yapıştırdık…
Bi köşede öylece durağa gelip, fotoğraflara bakan insanları izledik.
Ve hayalim olan ilk Sergi’yi gerçekten bambaşka şekilde açtık…
Kasım 2019’da ilk defa yarabandı bir acıyı değil, hayali sardı…
– Turgay Öztürk
Aslında o gün şunu farketmiş olduk: Hayallerimiz gözümüzün önünde duruyor. Uzaktalarmış gibi onları seyretmemize gerek yok. Sadece mümkün olanı o anda “görebilmek” yetiyormuş.
Hayalime ortak olduğun için teşekkür ederim Gökkuşağı 🌈
Hayallerinizi ertelemeyin, görün ve lütfen peşinden gidin…
Buraya Alt Yazı GelecekŞifa Yurdu durağı ile Turgay hatıra fotoğrafı çektirir.
Dünyanın Yeni Yedi Harikası, İsviçre merkezli New7Wonders Vakfı tarafından cep telefonu ve internet aracılığıyla yapılan bir oylama sonucunda, Dünyanın Yedi Harikası’na alternatif olarak seçilmiş ve 7 Temmuz 2007 tarihinde açıklanmış.
Dünyanın en gizemli kentlerinden Petra, tarih ırmağının hırçın dalgaları arasında kaybolup gitmeden önce, Nebati Krallığının başkentiydi. Sıra dışı bir halk olan Nebatiler, köken olarak göçebe kabilelerdi. Buraya Arap yarımadasından geldiler, ticaret yollarını kontrol etmeleriyle tanındırlar. MÖ 400 ile MS 106 yılları arasında burada muhteşem bir kent kurdular ve onu geniş̧ bir ticaret krallığının merkezi yaptılar.
Nebatiler burada batıda Romalılar ve Helenistik dönem Yunanlılarıyla ve doğuda Perslerle ticaret yapıyordu.
Nebatilerin şöhreti, dönemlerinde dünyanın en zenginleri olmasından geliyor.
Bir kanyonda gizlenmiş̧ Petra kentin duvarları arasında dolaşırken ona hayran kalmamak mümkün değil…
EL-KHAZNA – HAZİNE
Dar ve muhteşem bir kanyonun arasındaki uzun yürüyüş sonunda Al-Khazna’ ye varıyoruz. O kadar büyüleyici bir yapı ki insan gözünü alamıyor. Yüzyıllar önce ince ince işlenerek yapılan bu eser insanı büyülüyor.
STREET OF FACADES – SOKAK
Ana yoldan kolayca ulaşabileceğiniz amfi tiyatronun karşısındaki sokaklar…
MANSTIR
Petra bölgesinde Hazne’den sonra çok zorlu ve ağırlıklı tırmanmayla geçen bir parkur sonrası sizi bu büyük yorgunluk için ödüllendirmeye hazır bir şaheser.
Eğer ben yürüyemem, kondisyonum yetersiz diyorsanız kadim tarihin kadim ulaşım araçları olan katır ve atlar sizi almak için hazırlar.
Ben yorulmadım ayaktayım diyorsanız Manastır’dan Güneybatıya doğru ilerlerseniz Vadi Rum ve nefes kesen çöl manzarası sizi bekliyor.
“Harika !”
PETRA NIGHT
Açıkcası burası için hazırlıklı gitmediğim için istediğim fotoğrafları yakalayamadım. Bu kadar büyülü bir yere “gece” mum ışığında gitmek nasıl tarif edilir gerçekten bilmiyorum!
O yüzden burayla ilgili uzun uzun kelimeler kuramıyorum….
“Muhteşem! :)”
NATIONAL GEOGRAPHIC BELGESELİ
Eğer gitme kararı aldıysanız (Alın alın harika bir yer!) size güzel bir haberim var. Bu belgesel Petra’yı çok güzel anlatmış. Mutlaka izleyin! 🙂
+ Giriş ücreti, 50.00 JD (300 TL) şimdi bu fiyatı görünce biraz şok oldunuz farkındayım ama inanın her kuruşuna değecek bir kültür gezisi!
+ Kesinlikle araba kiralayın, çok rahat edersiniz. (Benzin çok pahalı.)
+ Çok fazla kontrol (çevirme) var. Ama Türkleri çok seviyorlar çok hızlı geçersiniz.
+ Yollar genel olarak çok kötü, sürekli set var.
+ Bu yazıda bilerek “Ürdün” ile ilgili çok bilgiye yer vermedim. Petra’nın büyüsü kaçasın istedim. Eğer gerçekten buraya özgü merak ettiklerin varsa bana her yerden ulaşabilirsin!
Bu yazıyı daha yaşına girmemiş, Mete Öztürk’e ithafen yazıyorum;
Bugün 23 Nisan 2018 ve dün Sinemasal ailesi, ’Sinema, Tiyatro, Müzik ve Bi Dünya Güzellik temasıyla 2.500 çocuğa hayatlarında unutamayacakları masalsı bir festival atmosferi yaşattı.
Sinemasal, 3. Fener-Balat Çocuk Festivali ile birlikte bugüne kadar (6 yıl) kalplerine dokunduğu çocuk sayısını 50 BİN’e ulaştırdı.
Bu fotoğrafın adı, “Sana kağıttan Gemiler göndereceğim.” olsun.
Başka baktılar…
Dimes iyi ki var.
Peki biz neden 6 yıldır çocuklara dokunan bu Masal’ın peşinden koşuyoruz biliyor musun?Çünkü, bu kocaman aile inanıyor ki; “Bir çocuk değişirse, dünya değişir.”
Bir çocuk daha mutlu olursa, onun mutluluğu dünyayı değiştirmeye yeter!
Çocukların bu dünyayı değiştireceğine inancım sonsuz.
Ama bu yolda ben bile değiştim Mete. Nasıl mı?
Artık, hayatın negatif tarafını değil, pozitif tarafını görmeye başladım mesela.
Çünkü hayat gerçekten çok güzel ve negatifleri konuşarak vakit kaybedemeyiz… Güzel şeyleri görmeye çalışmak zor olabilir ama benim tercihim bu!
Ve dün çok az kişinin bildiği bir ilk gerçekleşti…
Pozy ve Sinemasal aynı karedeydi.
Pozy;
Güzel şeylerin konuşulması, insanlara ilham kaynağı olmak,
üreten toplum olmak, icat çıkarmak, iyiliğin kazanması,
ve en önemlisi güzelliklere karşı farkındalık yaratmak için kuruldu!
Ben Sinemasal ve Pozy’den çok şey öğrendim/öğreniyorum.
Ve inanıyorum ki buradaki çocuklar ileride senin abilerin olacak ve sana yol bile gösterecek.
O yüzden sen 23 Nisan gelince bu yazıyı herkese bir kere daha hatırlat.
Pozy ve Sinemasal’ı konuşun. Enes abinizi benden daha çok konuşun, şimdi beni çok konuşursanız kızar o! 🙂
Ve ben olmadığımda
Daha güzel “iyilik” hareketleri için yaşa!
Seni çok seviyorum, Amcan Turgay.
Not: Bu fotoğrafki gibi tatlı bir sevgilin olsun ve çok sev! 😉
Peki başkaları nelerle uğraşıyor?
Sadece bugün “çocukları” hatırlayıp Instagram’ına story koyabilmek için Dünya Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı görsellerini araştırıp, 2 saniye de kaybolan görsel paylaşıyor.
Etrafındaki sorunlara gözünü yumuyor…
Her şeyi erteliyor…
Kendine vakit ayırmıyor…
Güzel olan şeyleri konuşmak yerine, kötü olan şeyleri gündem yapıyor…
Kolay nasıl para kazanırım diye çalışıyor…
Boşver “başkalarını” sen iyiliğin peşini asla bırakma!
Sinemasal sayesinde tanıdığım çok güzel insanlardan biri Yasemin. Kendisi; Çorbada Tuzun Olsun ekibinin çok tatlı bir üyesi. Tanışmamızdan kısa süre içerisinde neler yaptıklarını çok merak ettim ve geçen hafta ilk defa çorbaya tuz oldum. Sonra gelsin hikaye! 🙂
3 yıldır amaçları, evsiz insanlar hakkında toplumda farkındalık oluşturmak ve evsiz dostları topluma geri kazandırmak için yardımcı olmak isteyen, Çorbada Tuzun Olsun ekibine kocaman sarılın!
BULUŞMA
Yine o güzel akşamlardan birine gittik…
Cihangir Mahallesi, Başkurt Sokak’taki dernekte 19:00 gibi buluştuk. Hafif ayaz vardı ama içimiz kıpır kıpırdı. Merak ediyorduk… Farklı yerlerden gelen gönüllü arkadaşlarla beraber başladık, çorba hazırlığına yardım etmeye… Bir kaç kişi çorbaları paketlerken, diğer grup çorba kazanlarını temizlemeye koyuldu. Tamamen imece usulü herkes sırayla bir şeyler yapmaya başladı. Dışarıdan baksanız, “ne tatlı bunlar ya” dersiniz. Bak kesin diyorum! 🙂
Temizlik yapıldı. çorbalar, pilavlar ve ekmekler paketlenip hazırlandı.
Sıra geldi dağıtıma çıkmadan önce nelere dikkat etmemiz ve saygı duymamız gerektiğini anlatan bir konuşmayı hep beraber dinlemeye…
Konuşma bütün gönüllerin hangi konuda dikkatli olması gerektiğinden, derneğin ne amaçla ve nasıl kurulduğuna kadar uzanıyordu…
Konuşmalar bitti, yeleklerimizi giydikten sonra 3 farklı gruba ayrıldık.
Bizim rotamız; Gezi’ydi..
YOLA ÇIKTIK
Yola düştük, sırayla Maçka, Küçük Gezi ve Talimhane bölgelerini gezerek bir çok güzel insanın evine misafir olup, çorba dağıttık…
Tabi misafir hikayelerimiz de oldu….
Mesela;
Hakan abimize battaniye ister misin diye sorduğumuzda? ” Varsa alsam güzel olur ben kendi battaniyemi arkadaşıma hediye ettim” dedi… Bu kadar yoklukta bile, ellerindeki birkaç şeyden birini böyle paylaşmaları o kadar da gördüğünüz gibi bir insan değil, demeye yeterli değil mi?
Ya da
Yemek alınırken bir arkadaşımızın fazla ekmek vermesini, başkasının hakkını yemiş olmayayım diyip, geri çeviren abimiz…
Aynı şekilde, bizi görüp, bugün yemek yedim, teşekkür ederim diyen abimiz…
Bu duygular sizin hayatınızda farkındalık yaratıyor. Gerçekten birilerine yardım etmek sizi huzurlu ettiğini düşünüyorsanız, Çobraya Tuz olun! Bu hissi yaşamanızı istiyorum.
TUZ OLMAK
O gece 100’den fazla evsize çorba, pilav ve ekmek dağıttık.
Dil, din, ırk ayırmadık.
Güler yüzle onları anlamaya ve empati yapmaya çalıştık.
Umarım bir nebze bile olsa bunu başarmışızdır.
Son olarak benimle birlikte gelen arkadaşlarım,
Gizem Duruman, Tolga Molla ve Burak Ergören’e kocaman selam!
BEN NE YAPABİLİRİM?
Buraya kadar okuyan güzel insan! Ben ne yapabilirim diye düşünüyorsan,
Her akşam Çorbaya Tuz olabilirsin!
Adres: Cihangir Mahallesi, Başkurt Sk. No:14, 34433 Beyoğlu/İstanbul Türkiye
Bu yazı, 2 ay önce yayınlamış olduğum ” Yeşile Doğru” yazısının devamıdır. Ayrı yazmak isteyişimin temel nedeni, muhteşem bir tırmanış deneyimi olmasıdır. Umarım keyifle okur ve ilk fırsatta siz de zirveye tırmanırsınız! 🙂
İLK TIRMANIŞ, 1974
Kaçkar Kavrun (3932 m.) dağına yaz mevsiminde ilk çıkışın ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak kış mevisiminde ilk çıkış Türk dağcıları tarafından yapılmıştır. 9 Ocak 1974 tarihinde, Sönmez TARGAN başkanlığındaki Türkiye Dağcılık Federasyonuna mensup 9 dağcı Kaçkar Kavrun (3932 m.) dağını ilk kez birlikte fethetmişlerdir.
Rize Kaçkar Dağları’nı kapsayan ilk bilimsel araştırma ve yayınlar 1932 yılında L. Krenek, 1949 yılında Dr. S. Erinç, 1952 yılında ise Dr. İ. Yalçınlar tarafından yapılmıştır. Coğrafyacı ve yer bilimciler tarafından yapılan bu ilk etüdlerin yayınlanmasından sonra Rize Kaçkar Dağları yurt içi ve yurt dışında büyük bir ilgi uyandırmıştır.
Kaçkar Dağı,
Kaçkar Dağları’nın (Doğu Karadeniz Bölümü, Rize’nin 60 km güneydoğusunda) 3.932 m yüksekliğindeki en yüksek tepesidir. Türkiye sınırları içindeki dördüncü yüksek tepedir.
Kaçkar kelimesi hakkında iki rivayet vardır;
1) Kaçkar kelimesinin, Ermenicede Haçlı taş anlamına gelen Խաչքար (Haçkar) kelimesinden türediği düşünülmektedir.
2) Kıpçak Türkçesinde ise ‘koç’ kelimesine karşılık gelen Koçkar kelimesinden Kaçkar haline dönüştüğü de ihtimaller arasındadır.
UYARI
Zirveye çıkmak sadece inanmak ya da çok istemekle olmuyor. Fiziksel durumunuz, aklimatize olmanız, o geceki uykunuz, yedikleriniz ve hatta karakteriniz bile tırmanış için önemli etkenlerdir. Her şeyden önce bunun bir grup aktivitesi olduğunu unutmamak gerekir.
Bu rotada herhangi bir teknik malzeme gerekmese de, dik yerlerden düşebilecek taş parçaları nedeniyle kask takılması tavsiye edilir.
DİLBERDÜZÜ KAMP ALANI
Hevek Yaylası‘ndan vadi boyunca güneybatı yönünde ilerleyerek önce Olgunlar Yaylası, sonra Nastaf Yaylası yoluyla yaklaşık 5 saatlik bir yürüyüş sonucu 2.750 m irtifadaki Dilberdüzü kamp alanına ulaştık.
BAŞLIYORUZ!
Tırmanış için vakit geldi! Gece 02:30’da kalktık. Hemen büyük çadırımıza geçip 03:00’a kadar kahvaltımızı yaptık. Yola çıkmadan önce kumanyalarımızı hazırladık. Sularımızı doldurduk, baretlerimizi taktık derken saat 03:30’da yola çıktık! Kafa ışıklarımızı yaktık, tek sıra halinde Katır Osurtan yolunu yaklaşık 3 saat S’ler çizen bir patikadan dik bir yokuşu çıktık… Çıktan sonra anladık ki ismi boşuna verilmemiş! 🙂 3450m yüksekteki Deniz Gölü‘nde ilk molayı verdik. Deniz gölüne geldiğimizde güneşin doğuşu sırasındaki sarı tonlar beni benden aldı! Abiii çok iyi ya! O anı hiç unutamıyorum.
Bilgi:
1)Deniz Gölü, bu yükseklikteki dünyanın en derin 2. gölüdür. 2) Göl kar sularından beslendiği için çok soğuktur.
Yüzmek şok etkisi, uzun süreli kabızlık ve kısırlığa sebep olabilir.
KARAR NOKTASI
Moladan sonra 3600 metre yükseklikteki Karar Noktası’na 1 saat yürüyüşle vardık. Buraya Karar Noktası denilmesinin sebebi, zirve çıkış kararının verildiği ve isteyenlerin geri dönebildiği bir yer olmasıdır. Burada kararı tabiki rehberimiz (Gökay) veriyor. Genellikle tırmanış rehberleri buraya varana kadar katılımcıları gözlemler ve kişi istese dahi onu kamp alanına geri gönderebilir. Böyle bir durumla karşılaştığınızda lüften rehberinizin sözünü dinleyin ve ısrarcı olmayın 🙂 Bizim için hava şartları ve ekibin kondisyonu gayet iyi olduğu için “zirve okey!” kararı çıktı. Kısa bir dinlenme sonrası Kaçkar Zirve’ye doğru tırmanmaya başladık!
TIRMANIŞ
Kısa bir inişten sonra, patika dahi bulunmayan, tamamen kayalıklar üzerinden ilerlediğimiz yürüyüşümüz başladı. Baton çok işe yaradı ama bence tek baton kullanımı çok daha etkili ve kolay. Çift baton ile yürümek, gözlemlediğim kadarıyla bu tırmanış için pek etkili değil. Tabiki bu benim fikrim 🙂 Turistik tırmanışlar içinde en zoru Kaçkar Zirve olduğu için, tırmanırken kötü şeyler düşünmeyin ve sadece zirveye odaklanın! Gerçekten kendinizle mücadele ediyorsunuz. 🙂 Zemin kaygan ve kayalık olduğu için bilekli trekking ayakkabısı ile yürümek, sakatlanmaları önlemek adına oldukça önemli. Gerçi bizim grupta günlük spor ayakkabı ile tura katılan bir arkadaşımız vardı ama tabiki tavsiye etmiyorum. 🙂
Zemin kötü olduğu için odağınızı kaybetmemelisiniz. Yoksa kazaya davetiye çıkarırsınız!
Zirveye 400m kala iki noktada, takım arkadaşınızın yardımına ihtiyacınız olacaktır. Bunlar çok zorlu olmasa da gözünüzün önündeki uçurum ve kayadan sürekli akan soğuk su nedeniyle ürperiyorsunuz.
İniş ve çıkış yaptığımız yükseltilerin arasında halen karlar duruyordu. Kar üzerinden geçtiğimiz birkaç yer oldu. Yürüme esnasında kondisyondan çok motivasyon da çok önemliydi. Rehberimiz Gökay’ın bu tırmanışta çok önemli 2 tavsiyesi vardı;
1) Tırmanış boyunca süre ve mesafeye dair kesinlikle soru sormayın. 2) Yürümekten başka bir şey düşünmeyin.
Efsane tavsiyeler dimi! 🙂
GEÇİŞ
“Zirveye 400m kala, iki noktada el yardımıyla yapılan yatay kaya geçişi vardır! 🙂 Bunlar çok zorlu olmasa da altlarındaki boşluk ve kayadan sürekli akan soğuk su nedeniyle korkutucudur.”
ZİRVEDEYİZ!
Dik, kayalık ve çarşak dolu, saatler süren tırmanıştan sonra 3937 metrede Karadeniz’in en yüksek noktasında, Kaçkar Dağı’nın zirvesindeyiz!
Vücudunuzun alışık olmadığı bir yükseklikte bulunduğunuz için zirvede başınız ağrıyabilir, mideniz bulanabilir. Bu çok normaldir.
Biraz dinlendikten sonra manzaranın tadını çıkarmaya başladık…
Burada yaklaşık 1 saat geçirdik.
Gökay bu sefer çok güzel bir şey açıkladı;
Sezonun en iyi tırmanışını yapan ekip sizsiniz! Yeahh! 🙂
İNİŞE GEÇTİK..
Zirve’de yarım saat kaldık; ve inişe doğru geçtik…
Zirvede,
Hayal kurmayı çok severim…
Hayal kurdum!
Radikal kararlar aldım…
Birkaçını uyguladım.
Aslında en güzel duyguyu bunları yazarken bir kez daha yaşıyorum,
İyi ki böyle bir deneyim yaşadım… En azından çocuğuma anlatırım!
Bakarsın belki tekrar geliriz! 😉 Dedim ya hayal kurmayı çok severim…
Başka yazıda görüşmek üzere, buraya kadar okuduğunuz için gerçekten çok teşekkür ederim.
YANINIZA ALMANIZ GEREKEN ÖNEMLİ MALZEMELER!
Tozluk: bileğinizden dizinize kadar kapatır ve botunuza taş toprak çamur kar girmesini engeller. Özellikle Kaçkar tırmanışı kayalık ağırlıklı olduğu için çok önemlidir.
Güneş Gözlüğü: Yürüyüş boyunca güneş ve ters rüzgarlarla karşılaşacağınız için güneş gözlüğü çok önemlidir. Ufak bir detay, güneş gözlüğü ipi alıp, düşmelere karşı koruyabilirsiniz.
Yağmurluk: Panço ya da kapşonlu yağmurluk tercih edebilirsiniz. Ufak detay, panço’yu sırt çantanızla ayna anda giyebilirsiniz. Bol olduğu için ayaklara kadar sizi koruyacaktır.
Dudak Kremi: Yüksek rakımda dudaklarınız patlayabilir. Ben bu tırmanışta yanıma almayı unuttum, dudaklarım çok kötü oldu. 🙂
Çorap: Bol miktarda termal çorap yanında bulundurmanızda fayda var.
Matara: En az 1/2 lt lik su kabınız. Mümkünse termos özelliğine sahip ve sıcak su saklayabilecek mataralar. Ama 1 lt lik plastik süt şişeleri de idare eder.
Fener: Çok büyük olmayan fakat yeterli ışık kaynağı olan yedek pilleri ve ampulü ile birlikte bir fener. Tırmanış gece başladığı için lazım oluyor.
Eldiven: Tırmanışlarda kayalara tutunduğunuz için çok yararlı olacaktır.
Ufak Bilgiler
Kaçkar Dağları’na en kolay ulaşım Rize-Pazar-Çamlıhemşin-Ayder Yaylası üzerinden sağlanmaktadır.
Kaçkar zirvesine çıkmak için yüksek irtifa yürüyüşünden buzul tırmanışına kadar farklı zorluklarda rotalar bulunmaktadır.
Zirve çıkışında kısa, inişinde uzun baton kullanılmalıdır.
Zirve tırmanışında çıkılan yoldan tekrar inilmez. Bunun nedeni, iniş yolunda her zaman çok fazla taş düşme durumda olur bu yüzden farklı rotadan aşağıya inilir.
Dilerseniz bu zirveyi Bukla Tur ile yapabilirsiniz. 🙂
DOĞUM GÜNÜ SÜRPRİZİ
Bugün Enes’in doğum günü! Tabi ki ona küçük bir sürpriz yaptım. Türkiyenin en zor zirvelerinden biri olan 3937m yüksekliğiyle Kaçkar dağına, 12 saat boyunca patikanın dahi bulunmadığı dik ve büyük kayaları aşarak hatta zaman zaman tehlikeler atlatarak tırmandım. Buna rağmen yine de dudaklarımın patlamasına engel olamadım. Ama beni bu tırmanış boyunca motive tutan bir amacım vardı. Futbolcuların gol sevincinde göstermek üzere formalarının altında mesajlarını sakladıkları gibi ben de zirveye Sinemasal‘ın 2014 yılındaki Karadeniz festivalinde giydiğim t-shirt’ü ile çıkmıştım. Zirveden sesleniyorum! Kardeşim iyi ki varsın. İyi ki doğdun! Ve son olarak bu rekorumun adını, Enes koyuyorum. Daima yanındayım kardeşim.
Şehrin ortasında makineler yükselirken; doğanın ışıklarının teker teker sönmeye başladığı zamanlardı… Bu zamanların birinde, bir ışık belirdi. Makinelerin arasından, şehrin içinden geçti. Ve insanlarla karşılaştı…
Kuyular kurudu
Masallarımız değişti
ve Alis
Kuyuya düştü
Su yoktu
Yere çakıldı
Öldü
Nasıl Çekildi?
Sinemasal’ın Akdeniz rotasında Tarsus Belediyesi’ne konuk olduk. Belediye arazisinin film kokan havasını görünce, Cüneyt ve Mert’e “Kısa film çekelim mi!?” diye sordum. Olur dediler ve başladık çalışmaya. Mert senaryoyu yazmaya başladı… Saat 00:11 oldu ve senaryoda yeşil ampul ihtiyacı çıktı! Sabah 06:00’da çekim var ve bizim için ampul çok önemli. Eee ne yapacağız? Aklımıza hemen Adnan abi geldi. Adnan abi, Sinemasal’ın jeneratör abisi.. Ve bir tek onun arabada yeşil ampul var. Fakat Adnan abi bizimle kalmıyor ve uyumak üzere olabilir! Hemen ampule sahip olmak içinde “farklı bir senaryo” yazdık! 🙂 “Senaryo: Yunus Emre’nin jeneratör arabasında telefonunu unutmuş ve bizim acil arabaya girip onu almamız lazım!” Neyse aradık Adnan abiyi hemen yanına gittik… Adamı gece vakti yatağından aşağıya indirdik…
Adnan abi: – Çocuklar ne iş gece gece?
Biz: – Abi Yunus Emre telefonunu unutmuş!
Adnan abi: – Hay Allah! Dur arabayı açayım.
Mert: – Tamamdır abi hallettik.
Adnan Abi: – Hadi bakalım iyi geceler!
Cüneyt: – Mert benim telefonu ne yaptın? (Işığını kullanmak için aldın ya!?)
Mert: – Hahah bu sefer gerçekten içeride unuttum! 🙂
Cüneyt ve Turgay: – Kahkahalar…
Adnan Abi: – Ne oldu?
Mert: – Abi bir şeye daha bakmam lazım…
Mert’in bizi güldürmesiyle devam eden senaryoda ampulümüzü alıp düştük yola 🙂 Geri döndük, çaylarımızı koyduk ve senaryoyu son haline getirene kadar çalıştık… ve Bitti, sabah buluşmak üzere dağıldık.
Sabah 06:00’da çekim. Uyandık ama bir şeyi hesaplamayı unuttuk, hava aydınlanmamış! 🙂
Neyse 06:20 sularında hava aydınlandı ve rekor süre ile 07:00’a kadar filmi çektik!
Evet bu film 40 dk’da çekildi! 🙂
Keyifli seyirler,
—
Yönetmen: Cüneyt Karakuş
Oyuncu: Turgay Öztürk
Senaryo: Mert Selek
Kurgu & Ses: Mert Selek, Cüneyt Karakuş
Kamera: Cüneyt Karakuş
Yapım: TRAK TİKİ TAK
Not: Film 40 dakikada ve iPhone 6S ile çekilmiştir.
Karadeniz’in yeşili ile ilk tanışmam 2014 yılında Sinemasal’ın Karadeniz festivali ile olmuştu. Öyle güzel bir festivaldi ki döndüğümde, “Bu Karadeniz çok başkaymış” dedirtti! Sonra Keltepe Zirvesi ekibinin önemli üyelerinden, aynı zamanda ruh adaşım, Ömer Faruk Çelebi ile açıldı mı karadeniz muhabbeti… Sonra bizim Bukla Tur‘un sitesine baktık, karar verdik ve yeni bir serüven için düştük yollara…
Trabzon’da ekip toplantı ve yolculuğumuz başladı!
İLK DURAK, TAR DERESİ
Trabzon Havalimanından yaklaşık 4 saatlik yoldan sonra Tar Şelalesi için arabamızı park ettik. 1,5 km (45 dk ) kolay bir yürüyüşe başladık. Yürüyüş boyunca derede ki sus sesi hoşgeldiniz müziği oldu… Yeşilin kalbine geldiğimizi hissede hissede keyifli yürüyüşümüzü yaptık.
Tar Şelalesine ulaştık. Şelale’nin hemen önünü minik bir yapay havuz yapmışlar. Tabi çılgın tayfa hemen kendini buz gibi suya attı 🙂 O güzel yeşilliğin arasında böyle bir mucizenin oluşturduğu tabloyu hayal edin. Acayip bir görüntü… Mis.
AYDER
Alışveriş işlerimizi hallettikten sonra, karadeniz şarkıları eşliğinde Ayder’e geldik. Ayder bizi sis ile karşıladı. Ama Ayder hakkında ne yazık ki çok güzel cümleler kuramayacağım. Ayder saflığını kaybetmiş tamamen ticaret alanı olmuş. Bu durum çok üzücü, umarım karadenizin her hangi bir yerini aynı duruma düşürmemek için güzel önlemler alırlar…
Neyse, yerleştik pansiyonumuza. 1-2 Saat sonra çıktık Ayder’e şöyle bir tur attık. Akşam yürüyüş rotamızı konuştuk, akşam yemeğini yedik, hazırlıkları yaptık ve uyku için geçtik odalara.
POLAKÇUR YAYLASI – KÖRAHMET
Sabah erken kahvaltının ardından Polakçur Yaylası’na gittik. Bizi, yayladaki inekler karşıladı! 🙂 Çıkardık batonları… Sürdük güneş kremlerimizi… Taktık gözlüklerimizi… Palakçur’dan 12km’lik yürüyüşümüz başladı!
4 saatlik 3010m’ye kadar başlarda az eğimli, sonlarda dik eğimli tırmanış sonrası, Körahmet’e geldik. Zirvede bir güzel soluklandıktan sonra kumanyalarımızı yiyip bir güzel öğle uykusu (Siesta) çektik…
Harika uykudan sonra sularımızı tazeleyip inişe geçtik.. Sonra sırayla, Salafet Yaylası, Karamolla Mezrası’na . Ardından da Hevek Yaylası‘na …
Bu yürüyüş ile hayatımızda bir ilk gerçekleştirip, Rize’den Artvin’e yürümüş olduk. Kısaca bir ilden, diğer bir ile yürüyerek gittik diyebiliriz!
Daha havalı oldu 🙂
Yürüyüş: 8.5 Saat
Zorluk Derecesi: Zor, iniş-çıkışlı eğim.
HEVEK YAYLASI
Rotamız inanılmaz keyifliydi. Taşlık patika yollardan, Hevek yaylasına ulaştık ve kalacağımız yere yerleştik.
OLGUNLAR – DİLBERDÜZÜ
Sabah kahvaltıdan sonra sırt çantalarımızı katırlara yükleyip Hevek‘ten ayrıldık. Yüksek tepelerin arasında yürümek bize ayrı bir haz verdi! Dere sesi ve mis kokular tabi ki muhteşemdi! Buradan 1 saatlik neredeyse düz bir yürüyüşle 2400 metre yükseklikteki Nastaf Yaylası’na vardık. Uzun moladan sonra yürüyüşe devam edip 3 saatlik yürüyüşle Dilberdüzü kamp alanına (2900 m) vardık.
KAMP ALANI
Siz hiç 2600m olan bu kamp alanında samanyolunu izlerken en çok sevdiğiniz şarkıyı dinleyip dans ettiniz mi? yapın çok ama çok güzel oluyor! (hayal et!)
KAMPTAN AYRILIŞ…
Kaçkar Zirve yaptıktan sonra kamp alanından ayrılıp Naletleme Geçidi için yola çıktık… Olgunlardan geldiği yolu bildiğim için grubun yaklaşık 20-25 dk gerisinden tek başıma yürümeye başladım. Kulaklığımı, şapkamı ve gözlüğümü takıp, yürümeye başladım… Kendimi “Into the Wild” filminde ki Christopher gibi hissettim. Hani bazen insanın yalnız kalması harika gelir ya.. Ben onu Kaçkarın harika patikalarında yürüdüğümde gerçekten hissettim. İstediğim zaman durdum. Suyun sesini dinledim, kafamı kaldırıp o güzellikleri izledim…
Çok güzel bir deneyimdi ve bunu herkese tavsiye ediyorum!
Sanırım bunun için bir kez daha gidebilirim.
Önemli Not: Çok farklı bir deneyim olan, Kaçkar Zirve yazısını ayrıca yazacağım!
NALETLEME GEÇITI
Olgunlar dan yaklaşık 5,6 saat yürüdükten sonra naletleme geçitine geldik. Çok fazla inişli çıkışlı ve kayalıklı olduğu için naletleme deniyor sanırım. Ama zirveye çıktığımız için baya kolay geldi! 🙂 Tepeye çıktığımızda kumanyalarımızı yedik. Daha sonra inişe geçtik… İniş sırasında, inanılmaz sis ve harika çiseleyen yağmur vardı. İşte o zaman tam anlamıyla Karadenizi yaşadık dedik! Şarkılar söyledik.. Eğlenerek indikten sonra arabalara bindik ve Ayder yaylasına geri döndük…
TEŞEKKÜRLER
Bu deneyim için başta, ruh adaşım Ömer Faruk Çelebi’ye, rehberimiz Gökay Bıyık’a ve tüm tur arkadaşlarıma teşekkür ederim. Unutmadan, siz de bu deneyimi yaşamak isterseniz;
2013’ten bu yana, çocukların hayatında biraz olsun fark yaratabilmek, onların ruhlarına, yaratıcılıklarına dokunabilmek, gözlerine bir parça daha pırıltı katabilmek için Sinemasal ile çok yol gittim. Bu kez yol Akdeniz’deki festivalimizin ikinci durağında Karaman’ın Güneyyurt Kasabası, Hurşit Akpınar İlkokulu’na çıktı. Okulun bahçesine sağı solu ağaçlarla kaplanmış hafif bir rampa yoldan indik.
Hazırlıklara başlamadan önce çocukların sınıflardaki heyecan dolu bekleyişlerini hissedebiliyordum. Ekip arkadaşlarımızla beraber malzemelerimizi indirdik. Alan kurulumuna hızlıca başladık ve bitirdik. Çocuklar bahçeye çıkıp sıra oldular, turuncu kıyafetleri ile adeta portakal bahçesi gibiydiler! 🙂 Anons yaptık, başladılar bize doğru koşmaya! 🙂
Akşama kadar sürecek olan, yüz boyama, resim ve kukla atölyelerinin olduğu bölüme geldiler. Sanki her biri ilk defa oyun parkı görmüş gibiydi… Yüzlerini boyatmaya ve resim yapmaya başladılar. Ben de onların aralarında keyifle gezinirken arkası dönük, yüzünü boyatan bir kız gördüm. Yüzünü boyayan Ebru Ablasına seslenip bana poz vermeleri için bakmalarını rica ettim. Kafasını bana doğru çevirip öyle bir bakışı vardı ki.. Gözlerinin içi adeta bir şeyler anlatıyordu! Beni aldıııı, başka yerlere götürdü.
Mutluluğunu görmek için gülümseyen gözlerine bir an bile bakmak yeterliydi. Onunla tanışıp, konuşmak istedim… Yüz boyaması bittikten sonra minik kelebekle tanışmak için yanına gittim. Adının Ayşe Yaren, ve yaşının 7 olduğunu öğrendim. Keyifli bir sohbetin ardından, hatıra fotoğrafı çektirdik. Daha sonra, kalan işlerimi halletmek için gitmem gerektiğini ve onun istediği şekilde eğlenebileceğini söyledim ve istemeyerek yanından ayrıldım. İşlerimi hallettikten 1-2 saat sonra alanda futbol oynayan çocuklara katılmaya çalışırken arkamdan biri sarıldı! Bi baktım, o umut mavisi gözleriyle Yaren!
Sonra şöyle bir konuşma geçti;
– N’apıyorsun? 🙂 – İyiyim 🙂 – Sen resim yaptın mı bakayım? – Hayııır – Hadi beraber gidip yapalım! – Tamam 🙂
Kağıdımızı ve resim kalemlerimizi alıp başladık resim yapmaya.. Ben çizdim, o renklendirdi.. O çizdi, ben renklendirdim… Yaklaşık yarım saat birlikte resim yaptık ve sergilemek üzere resmimizi astık. Sonra arkadaşları ile oynamak için yanımdan ayrıldı…
Okulun en sol köşesindeki çardakta oturup çalışıyordum. İçimde bir huzur… Çocukluğumun geçtiği tanıdık sokaklardaymışcasına bir his… Çocukların tatlı sesleri eşliğinde işlerimi hallederken, birden yanımda bir kız belirdi! Baktım, elinde bir şey var.
“Merhaba!” dedim.
“Merhaba Abi, bunu Yaren senin için aldı” diyerek bana bir paket bisküvi uzattı.
İçimden “Nasıl yani?!” dedim.
“Yaren benim için gitmiş ve bir şey mi almış?” 🙂
Bir baktım, Yaren arkadaşının arkasında durmuş bana bakıp gülüyor…
Ama bu bakışı kelimelerle tarif edemem…
“Teşekkür ederim, çok tatlısınız” dedim. Kıkırdayıp gittiler.
Giderken bir de baktım ki aynı bisküviden Yaren’in elinde de var. En sevdiği bisküvisinden bana da almıştı…
Onlar gittikten sonra dedim ki,
Hayatımda bir iz bıraktın…
Yorgunluğumu aldın…
Hastalığımı unutturdun…(Tatsız bir grip atlatıyordum)
Yaptığım işi bir kez daha kutsal hale getirdin..
Beni ‘güçlü adam’ yaptın…
Ne zaman bir kelebek görsem o umut mavisi gözlerinle aklıma sen geleceksin…
Çok güzel bir kalbin var… Umarım uzun yıllar sonra sen de bir masal ile çıkıp gelirsin…
Bu abi seni çok sevdi… Bu yazı da sana bir armağan.